25 Yorum

Tengi’nin Türk’ü Yayınlanan İlk Bölümün Röportajı

Kalperenlerin yakınen takip ettiği gibi, Gönül Sultanımız Oktan Keleş Bey hali hazırda yazım ve çizimine devam ettiği Tengri’nin Türk’ü adlı resimli romanının ilk bölümünü biz değerli Kalperenlere hediye olarak Onaltiyildiz.com sitemizde biz Kalperenlerle paylaştı.

Paylaştı paylaşmasına ama neredeyse tüm Kalperenlerin de zihinlerinde müthiş bir patlama yaşattı. Yeni bilgiler yeni sorular doğurdu.

Tabi ki acizane ben de Kalpoder.com’un hem yazarı hem de editörü olarak Gönül Sultanımız Oktan Keleş Beyle Kalperenler’in aklındaki bu soruları bir nebze olsun cevaplayabilmek adına röportaj yaptım.

Şimdi sizlere bu röportajı kalemimin döndüğünce aktarmaya çalışacağım.

Ama öncesinde röportajı tam olarak anlayabilmeniz için Sultanımızın Kulbak Bilge, Kopuz Ata ve Tengri’nin Türk’ünün yayınlanan ilk bölümünde bahsettiği bir konunun tam olarak anlaşılması gerekiyor ki röportajı okuyanlar için boşluklar tam dolsun, anlaşılmayan yerler mümkün olduğunca minimumda kalsın.

Her ne kadar Gönül Sultanım Oktan Keleş Bey bu kitaplarda Kalperenlerin Vakıa Suresi 61. Ayeti gereğince Ötükenden geldiğini yazsa da bu konuyu kitaplarında üstü kapalı geçti.

Tabi bu işin aslını yani Vakıa Suresi 61. Ayetinin ne anlama geldiğini Derneğimizde bizlere tahta da çizerek bir bir anlattı.

Röportajdan önce bu konunun tam olarak anlaşılması gerekiyor ki röportaj daha anlamlı olsun.

Vakıa Suresi 60. ve 61. Ayetleri

Diyanet İşleri: 

Sizin yerinize benzerlerinizi getirmek ve sizi bilemeyeceğiniz bir şekilde yeniden yaratmak üzere aranızda ölümü biz takdir ettik. (Bu konuda) bizim önümüze geçilmez.

Bu Ayetin açıklamasına geçmeden önce de Bakara Suresi 154. Ayete bir bakalım.

Bakara Suresi 154. Ayet

Diyanet İşleri:

Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler. Ancak siz bunu bilemezsiniz.

Bu ayetten de anlıyoruz ki birisi fiziken ölü görünse de aslında ölmeyebiliyor.

Aslında kişinin aslı beden de değil ruhta saklı.

Ve Allah yolunda ölenlerin yani Şehit olanların bedenleri bir yerlerde gömülü olsa da hatta çürümüş olsa da hem yaşamaya devam ediyorlar, hem de Allah katında rızıklanmaya.

Ali İmran Suresi 169-170 Ayetleri

Diyanet İşleri:

Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar diridirler, Rableri katında Allah’ın, lütfundan kendilerine verdiği nimetlerin sevincini yaşayarak rızıklandırılmaktadırlar. Arkalarından kendilerine ulaşamayan (henüz şehit olmamış) kimselere de hiçbir korku olmayacağına ve onların üzülmeyeceklerine sevinirler.

Şehitlerle ilgili bu iki ayeti tefekkür ettiğimizde görüyoruz ki ölüm bizim anladığımız gibi bir şey değil.

Hatta kişinin aslı fizik beden de değil ruhta saklı.

Yani kişinin cesedi bir yerlerde çürümüş olsa da kendisi yani ruhu başka yerlerde yaşamaya devam edebiliyor.

Fizik bedenler Ruhlar için sadece birer elbiseden ibaret.

Ve yeri geldiğinde bu elbisesini çıkartıp yaşamına ve rızıklanmasına devam edebiliyor.

Aynı bizlerin günlük hayatta işten eve gelince iş kıyafetlerimizi çıkartıp hayatımıza devam ettiğimiz gibi.

Aslına bakarsanız bizim anladığımız gibi bir ölüm de yok.

Yani ölüm deyince halk arasında yaygın olarak anlaşılan anlamda bir ölüm de yok.

Tamamen yok olma.

Sadece ruh boyut değiştiriyor.

Ben bunu da kendimce şöyle açıklıyorum.

Günümüzde çoğunluğun yaygın olarak kullandığı bir sosyal medya uygulaması var.

Facebook.

Facebook’da herkes birbirini takip edip bir biriyle bu uygulama üzerinden arkadaş olabiliyor.

Diyelim ki bir kişinin bu sosyal medya uygulaması üzerinde 500 tane arkadaşı var.

Biz bu kişiye anlatım daha anlaşılır olsun diye Mehmet diyelim.

Mehmet’in bu sosyal medya uygulaması üzerindeki 500 arkadaşının bir kısmını ailesi ve akrabaları, bir kısmını yakın arkadaşları, bir kısmını da normal arkadaşları oluşturuyor.

Bir de bu uygulamayı kullanan ama Mehmet’le arkadaş olmayan, dünya üzerinde ki milyonlarca hatta milyarlarca kişi var.

Mehmet bu uygulama üzerindeki 500 kişilik arkadaşlarını istediği gibi tek tek gruplara ayırabiliyor.

Aile diye bir grup oluşturup bu sosyal medya uygulama üzerisindeki 500 arkadaşının içerisinde ailesinden olanları bu gruba dahil edebiliyor.

Akraba diye bir grup oluşturup bu sosyal medya uygulama üzerisindeki 500 arkadaşından akrabası olanları bu gruba dahil edebiliyor.

Yakın arkadaşlarına ve normal arkadaşlarına da aynısını yapabiliyor.

Sonra Mehmet, bu uygulama üzerinden bir paylaşım yapacak oluyor.

Mehmet bu paylaşımı yaparken bu sosyal medya uygulaması kişiye şöyle bir soru soruyor.

Bu paylaşımını kimler görebilsin ?

Tüm dünyadaki herkes mi?

Sadece arkadaşların mı?

Sadece yakın arkadaşların mı?

Sadece ailen mi?

Mehmet bunlardan istediğini seçiyor.

Diyelim ki “Sadece Ailem Görsün” seçeneğini seçti.

Mehmet uygulama üzerindeki kendi Profil Sayfasına girdiğinde yaptığı paylaşımı görüyor.

Yani böyle bir paylaşım gerçekten de var.

Uygulama üzerindeki 500 tane arkadaşından oluşturduğu Aile grubuna üye olanlar da Mehmet’inProfil Sayfasına girdiklerinde bu paylaşımı görebiliyorlar.

Ama Mehmet’in uygulama üzerinden arkadaş olduğu bu 500 kişiden Aile grubuna dahil olmayanlar, Mehmet’in Profil Sayfasına girdiğinde bu paylaşımı göremiyorlar.

Hatta paylaşım yapmış mı yapmamış mı onu bile göremiyorlar.

Çünkü Mehmet yaptığı bu paylaşıma, Aile grubu haricinde ki kimseye paylaşımı görme yetkisi vermemiş.

Şimdi Mehmet’in arkadaşlarından birisi Mehmet’in uygulama üzerinden Profil Sayfasına girdiğinde bu paylaşımı göremediği için Mehmet’in böyle bir paylaşımı olmamış mı oluyor?

Bu örnekten de anlayacağınız gibi biz göremiyoruz diye şehitler öldü, yok oldu demek değil.

Onlar bir Şahadet aleminde yaşamaya ve rızıklanmaya devam ediyorlar.

Aynı durum normal ölüler içinde geçerli.

Onların ruhları da bir yerlerde bekliyor.

Konumuz değil ama yeri gelmişken söyleyeyim Cinler meselesi de aynen bunun gibidir.

Başka boyut demek aynı bu sosyal medya uygulaması örneğinde olduğu gibi yetki izin demek.

Allah kimine Cinleri görme yetkisi vermemiş kimisine vermiş.

Yetki verdikleri görüyor vermedikleri göremiyor.

Vakıa Suresi 61. Ayete gelecek olursak;

Vakıa Suresi 60. ve 61. Ayetleri

Diyanet İşleri: 

Vakıa Suresi (60-61) Sizin yerinize benzerlerinizi getirmek ve sizi bilemeyeceğiniz bir şekilde yeniden yaratmak üzere aranızda ölümü biz takdir ettik. (Bu konuda) bizim önümüze geçilmez.

Diyelim ki Allah bir kişiye farklı bir çağda tekrar görev vermeyi murad etmiş.

Diyelim ki bu kişinin adı Okyay olsun.

Okyay’ı göndermeyi murad ettiği çağda Bizzat Okyay’ın soyundan gelen bir bebeğin kaderinde doğar doğmaz ya da doğduktan sonra kısa bir süre yaşayıp çok geçmeden ölmesini takdir ediyor.

Diyelim ki Okyay’ın soyundan gelen ve doğduktan sonra Allah’ın ölmesini takdir ettiği bu bebeğin ismi de Oktan olsun.

Allah Oktan’ın fiziksel bedeninin yani ruhun elbisesi olan bedenin Oktan Bebek ölmeden hemen önce bire bir aynısını yaratıyor.

Bu yaratılan yeni beden simasından DNA’sına kadar Oktan bebeğin % 100 bire bir aynısı.

Ama içinde henüz ruh yok.

Sonra Okyay’ın yaşadığı çağdaki Tengir yani Peygamberi vasıtasıyla Okyay’ın ruhunu elbisesinden çıkartıp yani bedeninden çıkartıp, bu yeni yarattığı Oktan bebeğin bire bir aynı olan içinde henüz ruh olmayan bedene yerleştiriyor.

Artık bir birinin aynı iki bedende iki ayrı ruh var olmuş oluyor.

Sonrasında da bu Tengir olan kişi zamanda yolculuk edip Oktan bebeğin öldüğü ana gidip kimse görmeden bebekleri değiş tokuş ediyor.

Böylelikle Ötüken’de yaşayan Okyay bu çağa Oktan olarak göreve gelmiş oluyor.

Ve bu çağın gerekliliklerine göre büyüyüp yetişiyor ve zamanı geldiğinde görevini icra ediyor.

Ayeti tekrar hatırlayacak olursak;

Vakıa Suresi 60. ve 61. Ayetleri

Diyanet İşleri: 

Vakıa Suresi (60-61) Sizin yerinize benzerlerinizi getirmek ve sizi bilemeyeceğiniz bir şekilde yeniden yaratmak üzere aranızda ölümü biz takdir ettik. (Bu konuda) bizim önümüze geçilmez.

“Sizi bilemeyeceğiniz bir şekilde yeniden yaratmak” sözünde Oktan Bebeğin bire bir aynısını simasından DNA’sına kadar tekrardan içinde Okyay’ın ruhu olacak şekilde yaratmasını kastediyor.

“Aranızda ölümü biz takdir ettik” sözünde Allah’ın Oktan Bebeğin kaderine doğar doğmaz ölmesini takdir ettiğini kastediyor.

“Sizin yerinize benzerlerinizi getirmek” sözünden de Oktan bebeğin birebir aynısını yaratıp içine de Okyay’ın ruhunu koyup değiş tokuş yapılmasını kastediyor.

İşte Ötüken’den gelen Kalperenler bu ayet gereğince bu çağa geldiler.

Bu işlem sadece belli bir görev üzerine gönderenler için geçerli olduğunu özellikle belirtmek isterim. Tüm insanlık için geçerli olan bir şey değil.

Bu olaya Türkler eskiden “Tin Uçmağı” diyorlardı.

Bir de bu olayı bir bilgeye, Tengire bağlı olmadan yapmaya çalışanlar var ki Türklerin eskiden “Yasak Tin Uçmağı” dedikleri şey de tam olarak bu.

Yasak Tin Uçmağı yapan kişi, bir nevi ruhunu bedenden ayırıyor ve başka yerlere gidiyor.

( Zamana kayıtlı olan bedendir. Ruhun zamana kayıtlı olmadığını da düşünürsek bu gittiği yerler başka başka zamanlar da olabilir diye düşünüyorum.)

Eğer bu gittiği yerden geç dönerse, döndüğünde bedeni işlev görmez hale gelmiş oluyor ve tekrardan içine giremiyor.

Ruhu boşlukta kalıp körmezlerden oluyor.

Sonra bu körmezler bedenini ele geçirebileceği zayıf durumdaki insanlar arıyorlar.

Genellikle hastahanenin yoğun bakımlarında dolanıyorlar ve zayıf düşen vücudu ele geçirmeye çalışıyorlar.

Şöyle haberler duymuşsunuzdur.

Tek kelime İspanyolca bilmeyen Türk (veya İngiliz, veya Fransız) geçirdiği ameliyattan sonra İspanyolca konuşmaya başladı.

Veya bu örnekler çoğaltılabilir.

İşte bu durum tam da bizim anlattığımız olayı açıklıyor.

Zamanında Yasak Tin Uçmağı yapmış ortalıkta dolaşan körmez olmuş İspanyol ruhlardan biri kurtulmak için ameliyattaki kişinin bedenini ele geçirmiş.

Reenkarnasyonun Türkçe kelime manası “Ete Saplanmak” demektir.

İşte burada körmez ruhlardan biri bir başkasının bedenine saplanmış yani bir başkasının bedenini ele geçirmiş.

Buna Reenkarnasyon diyoruz.

Tabii Reenkarnasyon olayı çok daha detaylı ama konumuz olmadığı için ben bu kadarını yazabiliyorum.

Ufak bir iki ekleme daha yapmak gerekirse körmez ruhlardan biri diğer bedeni ele geçirirken bedenin asıl sahibi olan ruhu o bedenden kovar.

Eğer bedeni bir şekilde ele geçirir ama diğer ruhu da o bedenden kovamazsa iki ruh tek beden de yaşamaya başlar ki günümüz tıp literatüründe buna şizofren diyorlar.

Ama bir türlü nedir nasıldır adlandıramıyorlar.

Halk arasında “Karabasan” olarak anılan şey de tam olarak budur.

Körmez ruhlar kişinin bedenini ele geçirmeye çalışması aslında halk arasında karabasan olarak adlandırılan şeyin ta kendisidir.

Bir çok psikolojik hastalık da bunlarla alakalıdır.

 

Çin Mitolojisinde  Sekiz Ölümsüz olarak adlandırılan sekiz kişi ve onlarla ilgili mitler vardır.

Bu Sekiz Ölümsüzden biri olan Li Tieguai Daoizmin kurucusu Laozi’nin bir çağrısı üzerine bedenini geride bir öğrencisine emanet bırakır ve eğer yedi gün içerisinde dönmezse bedenini yakmasını zira o süre zarfında dönmezse tamamen ruha dönüşeceği, mükemmeliyeti yakalamış olacağını öğütler. Altıncı günde annesinin ölümcül bir şekilde hasta olduğu haberini alan öğrencisi, üstadının büyük ihtimalle zaten mükemmeliyete ulaşmış olduğunu düşünerek bedeni yakar; oysa durum bu değildir ve dönen Li vücudunun külleriyle karşılaşır. Bunun üzerine kendisine uygun bir vücut ararken yeni ölmüş topal bir dilencinin cesedini görür ve buraya yerleşir. Mitler Li Tieguai’nin topallığını işte bu anlatıyla açıklamaktadırlar.

Çin mitolojisindeki bu olayda Vakıa Suresi 61. Ayetle ilgili yukarıda anlattıklarımıza bir örnektir.

Bu konudaki bir başka vakaysa bir Budist rahip ile ilgili.

 

Budist Dashi-Dorzho Itigilov

1852’de doğan Dashi-Dorzho Itigilov, Tibet Budist geleneğinden bir Lama’ydı. Itigilov 1927’de ölmesine rağmen, kendi vasiyetine göre tabutu tekrar açıldığında bedeninin fiziksel olarak bozulmadığı fark edilmişti. 2002’de bedeni inceleyen keşişler, bilim insanları ve patologlar İtigilov’un vücudunun sadece 36 saattir ölmüş olan bir insanla aynı derecede bozulduğunu açıkladı. Keşişler ve bazı inananlar İtigilov’u nirvana benzeri bir evrede ve  hala yaşayan biri olarak görüyor. İtigilov’un bedeni dışarıda ve insanların erişimi olan bir yerde, belli bir sıcaklık ya da nem rejimine bağlı olmadan tutuluyor.

 

200 Yıldır Meditasyon Yapan Mumyanın Ölmediğine İnanılıyor

Bir de Alper Tunga adlı bir Türk Destanı vardır.

 

Alper Tunga

 

Bu destanın baş karakteri olan Alper Tunga,  Tengri’ye şöyle bir soru sorar.

“Ölüleri öldüreyim mi?”

Ölü zaten çoktan ölmüş değil midir ki?  Zaten ölmüş olanı nasıl öldürebilirsin ki?

İşte Alper Tunga’nın asıl kastettiği Yasak Tin Uçmağı yapıp ortalıkta dolaşan körmez ruhları öldüreyim mi demek istemiştir.

Alper Tunga’nın Tengri’yle konuşmasından da aslında Türklere gelen aynı Oğuz Kağan gibi deyim yerindeyse bir Cenk  Peygamberi olduğunu anlıyoruz.

Alper Tunga bir Peygamber yani Tengir olarak Tengri’ye (ALLAH) soruyor,

“Körmez ortalıkta dolaşıp onun bunun bedenini ele geçirmeye çalışan ruhları öldüreyim mi?

Buna müsaade var mı?”

Buradan bir başka şeyi daha anlıyoruz.

Demekki her ne kadar biz bu körmez ruhları göremesekte, görenler var.

Alper Tunga ve ordusundakiler bu ruhları görme kabiliyetine sahipmiş.

Kuranı Kerim’de geçen bir başka husus daha var. Hızı (a.s.) ile Musa (a.s.) kıssasının anlatıldığı Kehf Suresinde Hızır (a.s.) bir çocuğu öldürür.

 

İşte Hızır (a.s.) bu çocuğu Vakıa Suresi 61. Ayete uygun olarak öldürmüştür. Allah bu olay üzerine, ölen çocuğun annesinin tekrardan hamile kalmasını nasip etmiş ve bu doğan çocuğa da öldü gözüken çocuğun ruhu üflenmiştir.

Çocuğu öldürmesinin sebebi ise Şeytaniler O çocuğu Deccal adayı olarak seçmişti. Doğduğundan beri yetiştiriyorlardı. Hızır (a.s.) o çocuğu öldürerek Şeytanilerin planlarını bozdu ve erteletti.

Çocuğun ruhu tekrardan bedenlenince artık Şeytanilerin adayı olmadığı için ve özel olarak Deccal olması için eğitim almadığından daha normal bir insan oldu. Eski haline göre de daha hayırlı bir evlat olmuş oldu.

Yanlış anlaşılmasın bu çocuk iyi insan oldu demiyoruz.

Deccal olsaydı Hz. Adem’den bu yana dünyanın gördüğü hatta kıyamete kadar göreceği en kötü insan olacaktı.

Ruhu yeniden bedenlenince artık Şeytaniler tarafından Deccal olarak yetiştirilmediği için şimdiki haliyle çok kötü bir insan bile olsa eski halinde ulaşacağı kötülük seviyesine ulaşma imkanı olmadığı için eski haline göre daha hayırlı bir evlat olmuş oldu diye söylüyoruz.

Belkide gerçekten de daha iyi insan olmuştur. Artık en doğrusunu Allah ve Hızır (a.s.) bilir.

 

Tekrardan konumuza yani Vakıa Suresi 61. Ayet’e dönecek olursak, eskilerin söylediği şöyle bir tekerleme aklıma geliyor.

Bu tekerleme Sultanımdan öğrendiğim bu bilgilerden sonra benim için daha anlamlı bir hal aldı.

“Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellâl, pireler berber iken, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, babam düştü beşikten, alnını yardı eşikten, annem kaptı maşayı, babam kaptı küreği, bana gösterdiler köşeyi…”

Tekerlemede ki “Ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken” sözü artık sizin için de daha manalı mı?

Bu tekerlemedeki kişi Allah’ın muradı gereği bir bilge tarafından Tin Uçmağı yaptırılıp Kendi oğlunun oğluymuş gibi yerleştirilmiş.

Türkler eskiden hakikat çağında yaşarken çoğu kişinin manevi mertebesi yüksek olduğundan bu bilgilere sahipmiş ve hep kendi soylarında tekrar tekrar görev için gelip durmuşlar.

Bu gelişlerden soy bozulmasın ensest evlilikler olmasın diye de herkes 7 göbek soyunu bilmesi zorunluluğu getirmiş ve bu 7 göbek boyunca evliliği yasaklamışlar.

Çünkü bu gelişler 7 Göbek soy içinde yapıla gelirmiş.

(Hatta benim bildiğim kadarıyla pratikte daha da ötesini yapıp kendi boylarından biriyle bile evlenmemişler. – Serdar Kazanç)

Evlenecekleri eşi başka Türk boylarından seçmişler.

Şimdi anladınız mı Türkler de Kağanlar neden Han Soyundan seçilir?

Halkın kendisi der ki; Kağan Han Soyundan olmalı.

Han Soyunda Ülgen Atalar, Oğuz Kağanlar, Türk Atalar, Metehanlar, Alper Tungalar… geldi.

Onlar bu soydan yeniden gelir Kağan olursa, Türkler Altın Çağını yaşar mantığını güderler.

Bu yüzden Ölmez Türk diye bir deyiş vardır. Belki şimdi daha anlam kazanmıştır.

Gönül Sultanım Oktan Keleş’in bizlere verdiği bu değerli bilgiler ışığında Tengri’nin Türk’ü röportajını okumanız, aklınızdaki soruları azaltacak ve daha aydınlatıcı olacaktır.

 

Yavaş yavaş Sultanımızla yaptığımız Tengri’nin Türk’ü röportajına geçelim.

Bir Kalperen olarak her ne kadar “Artık hiçbir şeye şaşırmam deme raddesine gelsem de” Gönül Sultanımız Oktan Keleş Bey her açıkladığı yeni bilgiyle Kalperenlerini şaşırtmaya devam ediyor.

Bu sefer de karşımıza, yazmaya ve çizmeye henüz devam ettiği, biz Kalperenlere hediye olarak ilk bölümünü yayınladığı  “Tengri’nin Türk’ü”  romanıyla çıktı.

Sadece yayınladığı ilk bölüm bile Kalperenlerini şaşırtmaya yetti ve arttı.

Kuran’ın ve tarihin derinlerinden çıkarttığı belge ve bilgilerle yazımına devam ettiği “Tengri’nin Türk’ü” romanın ilk bölümüyle Kalperenlere yeni ufuklar açtı.

Ve ben de bu duruma kayıtsız kalamayıp, Kalpoder.com adına Gönül Sultanımız Oktan Keleş ile “Tengri’nin Türk’ü” romanının ilk bölümü hakkında röportaj yaptım.

Gelin hep beraber bu röportaj da neler konuşuldu bir bakalım.

 

Sultanım “Tengri’nin Türk’ü” kitabının yayınlanan ilk bölümünü okuduğumda şunu anlıyorum.

Henüz hiçbir şey yaratılmamışken,

İlk olarak OK-OZ denilen mekan yaratılıyor,

Sonra OK-OZ’daki Hayat Ağacı,

Bu Hayat Ağacı ilk yaratılan hayat kaynağı oluyor,

Ve bu mekanda yaşayan kişiler, yani yüceler yaratılıyor,

Sonra onlara buradaki yaşamlarında yardımcı olsun diye Melekler (Yılkı Atları vb.) yaratılıyor.

Sultanım burada onaylar şekilde başını sallıyor ve bir ekleme yapıyor.

O mekana OK-OZ ismi ALLAH (c.c.) tarafından değil, orada yaşayanlar tarafından verildi diyor.

 

Peki Ok-Oz’da yaşayan kişilerin mahiyeti nedir?

OK-OZ’da yaşayan kişiler bir baba ve anneden doğmadılar, oldukları surette ve yaşta  yaratıldılar.

OK-OZ’dakiler direk Hz. İnsan formunda yaratılmışlardır.

 

Sultanım bunu söyleyince aklıma kitaplarından ve sohbetlerinden hatırladığım konular geldi.

Kendi cümlelerimle bunları şöyle bir toplayacak olursam;

Bizler insan değiliz, ALLAH’ın mahluklarıyız.

ALLAH Hz. Adem’i Eşrefi Mahlukat olma tabiatında yarattı.

Ama Hz. Adem ALLAH’ın emrini dinlemeyip yasak meyveyi yiyince aşşağıların en aşağısına indirildi.

Yani Sultanımın da sözüyle, Maraşel rütbesinde yaratılmışken, tüm rütbeleri sökülüp er yapıldı.

İşte Maraşel rütbesinin haricindeki bir rütbeye sahip tüm varlıklara mahluk deniliyordu.

Ve Hz. Adem’e tekrar Maraşel rütbesine çık denildi.

Maraşel rütbesinde olan kişiye Hz. İnsan deniliyordu.

Adem’in yer yüzündeki görevi buydu.

Yani hepimizin görevi buydu.

Maraşel rütbesine çıkmak.

Bir Meczubun Rüyası kitabında İlhami Abinin anlattığı üç Adem meselesini aklınıza getirin..

OK-OZ’da yaşayan kişiler ise direk Maraşel rütbesindeki varlıklardı.

 

Yine aklıma bir başka konu daha geldi.

Sultanım bizleri hep uyardığınız bir konu aklıma geldi.

“Bizim kainatımızın kıyameti kopup cehennemlikler cehenneme, cennetlikler de cennete gittikten sonra nereden biliyorsunuz ALLAH insandan daha üstün varlık yaratmayacağını, ALLAH (c.c.) her an şandadır, yaratmadadır?” diye sorardı.

Ve bizler bu durumu anlayacak seviyeye geldikten sonrada ALLAH (c.c.) zamanı geldiğinde İnsandan daha üstün varlıklar yaratacağını da söyledi.

Geçmişte bu anlattıkları aklıma gelince Sultanıma şu soruyu sordum.

Bize hep, zamanı geldiğinde ALLAH insandan üstün varlıklar yaratacak ve ALLAH her an yaratmadadır ayeti gereğince de bu böyle sürüp gidecek diye anlatırdınız.

 

Peki OK-OZ’daki Hz. İnsan konumunda yaratılan bu varlıkların bu sistemdeki konumu nedir?

Onlar her zaman için yaratılmış ve yaratılacak olan varlıkların en üstünleridir.

Haa ALLAH isterse daha üstününü tabi ki yaratır. Ama Muradı gereği yaratacağı en üstün varlıklar onlar.

Yaratılacakları arasında üstünlük bakımında en üst limit o makam.

 

Baştan alacak olursak;

İlk olarak OK-OZ denilen mekan yaratılıyor,

Sonra OK-OZ’daki Hayat Ağacı,

Bu Hayat Ağacı ilk yaratılan hayat kaynağı oluyor,

Ve bu mekanda yaşayan kişiler, yani yüceler yaratılıyor,

Sonra onlara buradaki yaşamlarında yardımcı olsun diye Melekler (Yılkı Atları vb.) yaratılıyor.

Yüceler OK-OZ’da yaşayıp giderken bir gün “4 Yapraklı Hayat Ağacı” yeni tohum verdi ve tohumla ne yapacaklarının buyruğu Ağacın en üstündeki 4 yaprağında belirdi.

 

Hayat Ağacı

 

Henüz OK-OZ’dan başka bir yer yaratılmamıştı.

 

Sultanım Levh-i Mahfuz denilen yer Hayat ağacının yapraklarımı oluyor?

Evet aynen öyle. Herkes başka başka anlatıyor Levh-i Mahfuzu, ama anlatılan gibi değil.

Levh-i Mahfuz Hayat Ağacındaki en üstte yer alan 4 yapraktır. ALLAH burada yaşayan yücelere  buyruklarını bu yapraklar aracılığıyla iletir.

Yaprak koparılıp okunur.

Sonra yeni bir yaprak çıkar.

 

Hayat Ağacının ilk tohumunu veriyor,

Bu arada da Ulu Baş Binici ağacın yücesindeki yapraklarda Tengri buyruklarını ilk gören kişi olup aşağıdakilere iletiyor.

 

Ulu Baş Binici

 

Yaradan’dan aldıkları buyruk gereği, Yücelerden olan Umay Ana tohumu yiyor ve hamile kalıyor.

Bu hamilelikten Ata isimli bir çocuk doğuyor.

 

Peki bu zamana kadar ya da bundan sonra OK-OZ’da başka doğum oluyor mu?

Hayır, Ata hariç öncesinde ve sonrasında OK-OZ’da doğum yok. Oradaki herkes oldukları surette ve yaşta yaratılıyorlar.

 

Ata büyüdü.

Tengir (Peygamber) olacağı yaşa geldi ve görevi tebliğ edildi.

Yaratılanların içinde ilk Tengir oldu.

Yüce Yaratan sen ilk Türk’sün dedi.

Ona uyanlara da Türk dendi.

Ata’ya uymayanlar da vardı.

Uymayanların başında Görsay geliyordu.

Diğerleri Görsay’ı takip ediyorlardı.

Tengri, Ata ve ona uyanlara yani Türklere buyruğuna uydukları için cennet gibi güzel ülke Ötükeni hediye etti.

 

Peki nerede bu Ötüken. OK-OZ’dan bağımsız bir yer mi?

Hayır.

Tengri, buyruğuna uydukları için, onlara bir nevi ödül olarak  OK-OZ’un içinde yeni bir yer yaratıyor ve  hediye ediyor.

Yani OK-OZ’u bir ev gibi düşün.

Bu ev 1 odası olan tek katlı bir ev olsun.

Biz bu eve de OK-OZ adını verelim.

Bu evi 2 odalı hale getirecek şekilde evin yan tarafında bir oda daha inşa ediliyor.

Ev artık 2 odalı oluyor.

Evin Adı hala OK-OZ iken evin yeni inşa edilen odasına Ötüken deniyor.

Yani Ötüken  OK-OZ’un içindeki bir yer olmuş oluyor.

Yaradan buyruğuna uyanlara ödül olsun diye bu odayı yaratıp anahtarını da Türklere veriyor.

Bu odaya sadece Türk olanlar girebiliyor.

Ötüken ülkesi de OK-OZ’un içinde bir yer.

OK-OZ denilen yer ise hem Ötüken ülkesini hem de Ötüken Türklere hediye edilmeden önce yücelerin yaşadığı yeri kapsıyor.

 

Türkler Ötüken’e girene kadar her yeri Tengri yönetip koruyordu.

Artık Tengri buyruğu ile Türk koruyacaktı bu yeri.

Bundan dolayı ilk Ertuğ’u (Ordu’yu) kurmuştu Türk Ata.

Bu sırada Umay Ana, Görsay’ın dişisi Albastı’yı vurmuştu.

Kristal oktan çıkan ışık Görsay’ın bir gözünü kör etmişti.

İntikam tek gözünü bürümüştü.

 

Görsay

 

“Mademki dişimi öldürüp soyumu kuruttunuz, ben de sizin dişilerinizden türeyeceğim” diye söylemişti.

 

Bu tam olarak ne demek?

Görsay ilerleyen zamanda OK-OZ’dan sonra yeni bir yer yaratılacağının ve OK-OZ’dakilerin Vakıa Suresi 61. Aytetteki yeni bir yaratılışla bu  yeni yere gideceğinin bilgisine sahipti.

Bu yeni yerde üremenin olacağının bilgisine de sahipti.

Eşi Albastı öldüğü için soyu kurumuştu.

Yeni yaratılan yerde üreyemeyecekti.

O da insanların soyunu devşirerek kendine katacağını kastediyor.

Görsay zaten üremek istemiyor.

Eğer ürerse kendisi gibi olan varlık birden fazla olmuş olur diye üremek istemiyor.

Aynen Tengri gibi Tek olmak istiyor.

 

 

Yücelerden Türk Ata Hayat Ağacından aldığı emanet tohumu ekmekle Yücelerden Ülgen Ata ise yeşertmekle görevliydi.

Görsay’ı iyi tanıyan Ülgen Ata, Görsay ve onun tarafında olanların boş durmayacağını bilerek toplantı talep edip “Kutsal Hayat Ağacını ve Ötükeni korumalıyız, saldıracaklar” dedi.

Daha önce ki sohbetlerinizden bildiğimiz kadarıyla bizim Hızır Aleyhisselam olarak bildiğimiz kişinin ismi Ülgen’di.

 

Kitapta bahsettiğiniz Ülgen Ata bizim bildiğimiz Hızır Aleyhisselam mı?

Evet. Ta kendisi.

 

Deruni Devlet kitabınızda da Hızır Aleyhisselamın Hz. Adem’in 19. Göbekten torunu olan Turk’un 4 oğlundan biri olan İstanbul olduğunu yazmıştınız.

 

Buradaki bağı nasıl kurabiliriz?

Ülgen Ata OK-OZ’ dan Vakıa Suresi 61. Ayeti gereğince yeni bir yaratılışla yer yüzünde İstanbul olarak, Ayette de dediği gibi bizim bilemeyeceğimiz gibi yeniden yaratılıyor.

 

Peki Tengri’nin Türkü kitabında dediğinize göre OK-OZ mana alemi. Yer yüzü ise maddi alem.

Ülgen Ata mana aleminden maddi aleme yeni bir yaratılışla geliyor.

OK-OZ’ dakilerin oldukları surette ve yaşta bir anne babadan doğmadan direkt olarak yaratıldığını ve hep oldukları ilk yaratıldıkları yaşta kaldıklarını yazmıştınız.

Ülgen Ata yer yüzüne İstanbul olarak gelip, doğup büyüdüğüne göre yaşı değişmiş oluyor.

 

Bunu nasıl konumlandırmamız gerekiyor?

OK-OZ’dakiler oldukları surette ve yaşta bir doğum olmadan direkt olarak oldukları gibi yaratıldılar.

Yeni bir yaratılışla yer yüzüne gelirken yaşı ve sureti değişmiş gibi gözüküyor ama hakikatteki yaşı ve sureti değişmiyor.

OK-OZ’dakiler aynı Ülgen Ata gibi yeni bir yaratılışla  yer yüzüne gelip soy başlatıcılar oldular.

Türkler bu kişilerden türedi ve türeyenler OK-OZ’dan gelen bu ilk soy başlatıcılara Atalar dedi.

Türklük soyunu başlatmış oldular.

OK-OZ’dan gelen bu kişilerin Hakikatteki yaşları hiç değişmez. Yani hakikatte yaşlanmazlar.

 

Tengri’nin Türk’üne dönecek olursak, Ülgen Atanın çağrısıyla Ötüken’deki kristal otağıda toplanıldı ve Tengri’nin yolunda savaş kararı alındı.

İki tarafın Orduları da Tengri’nin Masası’nda karşı karşıya geldi.

Büyük bir savaş yaşandı.

Türkler bu savaştan galip olarak ayrıldı.

Savaştan yenilgiyle çıkıp ölmeyen Başkörmez ve ona uyanlar düştü, karanlık sınır çizildi Türkler’le arasına.

 

Karanlığa Düşen Görsay

 

Acınacak haldeydiler çirkin simalarıyla.

Gel zaman git zaman aradan bir süre geçtikten sonra “Duyulmuştu ki Tengri onu affetmiş. Buyruk benimdi, o kötüyü seçti demiş. Seçtiği ile kaldı, eridi, dersini aldı. Ola ki öğrendikleriyle sakındırır.”

Sonra yine duyuldu ki Tengri bir adam yaratacağım, onu donatacağım, buyruğuma uyun demiş.

 

Burada kastedilen Tengri’nin yaratacağı adam bizim bildiğimiz Hz. Adem’in ta kensi değil mi?

Evet, Aynen öyle.

 

Hz. Adem bu olaylar yaşanana kadar henüz yaratılmamış.

Tüm bu yaşananlar Hz. Adem’den önce yaşanıyor.

Hatta kitabınız henüz tamamlanmadı, Hz. Adem yaratılmadan belki de daha başka olaylarda yaşanıyor.

Onları da kitabınızın ilerleyen bölümlerinde anlatacaksınız.

Yani Yüceler denen zümre Hz. Adem’den önce yaratılmış ve bir sürü olay yaşanmış.

Siz bizlere söylerdiniz, “Allah affedicidir, peki o zaman Şeytan Hz. Adem’i yasak ağacın meyvesinden yemesi için kandırdığında bu yaptığı ilk yanlışsa Allah onu neden ebedi cehennemlik yaptı, demek ki Şeytan bu olaydan önce de bir sürü nane yemiş” derdiniz.

İşte bu yazdıklarınız ve ilerleyen bölümlerde yazacaklarınız Şeytanın Hz. Adem’e yasak ağacın meyvesini yemesi için kandırmadan önce işlediği suçlar, yediği naneler, artık ne denirse.

Evet. Aynen öyle.

 

Yani kitabınızda geçen Görsay Hz. Adem’i yasak meyveden yemesi için kandıran iblis’in (şeytanın) ta kendisi.

Evet. İblisin (halk arasında bilinen tabiriyle Şeytan) körmez olmadan önceki OK-OZ’daki adı Görsay’dı.

 

Görsay, Hz. Adem’i Yasak Ağacın yani Tengri’nin kendisine yaklaşmayı yasak ettiği Hayat Ağacının meyvesini yemesi için kandırdıktan sonra OK-OZ’daki Adem cennetinden beraberce kovulmuşlar.

 

Peki Adem cenneti Ötüken mi?

Hayır. Nasıl ki yüceler Ok-Oz’da yaşarken Ok-Oz’un içinde Ötüken Ülkesi yaratılıp Türklere hediye ediliyor, Hz. Adem de buralardan bağımsız Ok-Oz’un içinde yaratılan başka bir yerde.

 

Hz. Adem dünyaya geldikten sonra, Ok-Oz’daki Atalar yer yüzünün ilk şehidi olan Hz. Adem’in Tengrici oğlunun soyuymuş gibi yeni bir yaratılışla (Vakıa Suresi 61. Ayet) gelip Türk Soyunu yer yüzünde de başlattılar. Bu yüzden biz onlara Soy Başlatıcılar, Atalar diyoruz.

Evet Aynen öyle.

Birde şunu düşünün. Daha önceden işlediğimiz bir konu vardı.

Meleklere Adem’e secde et emri geldiğinde İblis ben ateşten o ise topraktan yaratıldı, öyleyse ben ondan daha üstünüm dedi ve secde etmedi.

İblis ateşten yaratılmış olmasına rağmen, sonraki ayetlerde de cinlerden olduğu belirtilmesine rağmen  secde et emri ona da gelmiş.

Buradaki secde et emri bizim anladığımız gibi nurdan yaratılmış müberrar tertemiz varlık olan meleklere gelmiş olsaydı, İblise (Görsay’a) gelmemiş olması gerekirdi.

Çünkü ayetle de sabit,  İblis ateşten yaratılmış ve cinlerden.

O zaman buradaki “melek” kelimesi bizim anladığımız gibi nurdan yaratılan müberrar varlık olan melekleri kastetmiyor.

Dikkat edin secde et emri şeytanı da kapsıyor ve şeytanın irade göstererek bu emri uygulamıyor.

O zaman buradaki “melek” kelimesi arapça “malik”  kökünden türer, yani malik olan irade sahibi varlıklar kastediliyor.

Allah Kuran’da Adem’den önce yaratılan bu irade sahibi kullarına da melek kelimesiyle ifade etmiş.

Yani Ok-Oz’daki yüceler de yerine göre melek kelimesiyle kodlamış.

Şimdi bir de şunu düşünün!

Bazı melekler yer yüzüne insan kılığında gelmiştir.

Örneğin Cebrail(a.s.) Hz. Muhammed’in (s.a.v.) yanına insan kılığında gelmiştir.

Kimi zaman da bazı ümmetlere peygamber olarak melekler gönderilmiş.

Acaba yer yüzüne insan kılığında gelen melekler Ok-Oz’daki yüceler olabilir mi?

Cebrail(a.s.) yer yüzüne insan suretinde gelirken, Azrail(a.s.) hiç insan suretiyle gelmemiştir!

 

Peki Adem’e secde edin emri Ok-Oz’daki Yücelere de geldi mi?

Kısmen ama bunu şöyle değerlendirin.

Mescid-i haramda kılınan namaz da herkesin secde ettiği anı düşünün, acaba orada insanlar Kabe’ye mi secde ediyorlar?

Herkesin secde ettiği anda kaldır Kabe’yi ortadan, herkesin birbirine secde ettiğini görürsün.

Aslında herkes o ilk Adem’e secde edin emrini uyguluyor.

Yani aslında herkes kendi hakikatine secde ediyor.

 

Kabe

 

Ok-Oz’daki secde et emrini öyle değerlendirmek gerekiyor.

Ok-Oz’daki Yüceler Vakıa Suresi 61. Ayet gereğince Hz. Adem’in soyuymuş gibi dünyaya geleceklerini biliyorlardı ve zaten Hz. İnsan formatında yaratıldığı için secde et emri gelse bile aslında secde ettikleri kendi hakikatleridir.

 

Peki Ok-Oz Kaf Dağı olarak bahsedilen yer mi?

Hayır. Kaf dağı denen yer Ok-Oz’un Ötükenine giden yol , patika.

 

Bazı Kalperenlerin de Vakıa Suresi 61. Ayeti gereğince Ötüken’den geldiğini söylüyorsunuz.

 

Bu Kalperenler Ok-Oz’daki Ötüken’den mi geldiler?

Tengri Ok-Oz’daki Ötükeni Türklere hediye etti.

Sonrasında Türkler mana aleminden yeni bir yaratılışla (Vakıa 61) maddi aleme geldikten sonra, hem Gökte hem de Yerde olmak üzere iki tane daha Ötüken kurdular.

Yerdeki Ötüken takriben bundan 10.000 yıl önce kadardı.

Kulbak Bilgenin yaşadığı Üçgen Dağ, Saymalı Taş yer yüzünde kurulan o Ötüken’den günümüze kalan  kalıntılar.

Kalperenler işte bu Ötükenden yani yeryüzünde 10.000 yıl kadar önce kurulan Ötükenden bu zamana yeni bir yaratılışla geldiler.

 

Peki Hz. Muhammed efendimiz Ok-Oz’dan mı?

Hayır.

Hz. Muhammed efendimiz Son Hayat Ağacının Meyvesi. Onu İnşALLAH kitabın ilerleyen bölümlerinde yazacağım.

 

Gönül Sultanım Oktan Keleş ile yaptığım röportaj şimdilik burada bitiyor. Kendisine yukarıda okuduğunuz sorulardan başka sorularımız da oldu ama kitabın yazımı devam ettiği ve ilerleyen bölümlerde yazacağı konulardaki sorularımız için kitabın çıkmasını beklememizi söyledi.

O sırada yanımızda bulunan Ozan Aydın Koldaşımızdan başka bir konuda bir soru geldi. Sultanım bunu da yazının sonuna ekle diye buyurdular.

 

Sultanım Hacı Bayramı Veli, Hacı Bektaşi, Hacı Şabanı Veli gibi velilerin başında yer alan Hacı kelimesi ne anlam ifade ediyor?

Parası olmayıpta Hacca gitmek isteyen fakir kişilerin yakınındaki bu belirtilen yerlerden birine gitmesiyle hacca gitmiş gibi kabul olacağının işaretidir.

Gönül Sultanım Oktan Keleş’e hem Kalpoder adına hem de şahsım adına bu fırsatı bize verdiği için teşekkür ederim.

 

Saygılarımla

Tags: Adem Cenneti, Albastı, Alper Tunga, Cebrail (a.s.), Cin, Çin Mitolojisi, Cinlerle Aramızdaki Perde Nedir?, Dashi-Dorzho Itigilov, Deccal, Ertuğ, Görsay, Hacı Bayramı Veli, Hacı Bektaşı Veli, Hacı Şabanı Veli, Hayat Ağacı, Hz. Adem, Hz. Hızır, Hz. İnsan, Hz. Musa, İblis, İlk Ordu, Itigilov, Kaf Dağı, Karabasan, Karabasan Nedir?, Levh-i Mahfuz, Levh-i Mahfuz Nedir?, Li Tieguai, Melek, Ok-Oz, Oktan Keleş, Ötüken, Reenkarnasyon, Reenkarnasyon Nedir?, Röpörtaj, Sekiz Ölümsüz, Şizofren, Şizofren Nedir?, Tin Uçmağı, Türk, Türk Ata, Ülgen Ata, Umay Ana, Vakıa 60, Vakıa 61, Vakıa Suresi 60. Ayet, Vakıa Suresi 61. Ayet, Yaratılış Destanı, Yasak Tin Uçmağı, Yüceler

Benzer Yazılar

25 Yorum. Yeni Yorum

  • Yazıya sonradan gelen sorular üzerine aşşağıdaki bölüm 26.02.2018 saat 19:00’da eklenmiştir. Bu tarih ve saatten önce okuyanlara cevaben de tekrardan okumamaları için yorum olarak yazılmıştır.

    Çocuğu öldürmesinin sebebi ise Şeytaniler O çocuğu Deccal adayı olarak seçmişti. Doğduğundan beri yetiştiriyorlardı. Hızır (a.s.) o çocuğu öldürerek Şeytanilerin planlarını bozdu ve erteletti.

    Çocuğun ruhu tekrardan bedenlenince artık Şeytanilerin adayı olmadığı için ve özel olarak Deccal olması için eğitim almadığından daha normal bir insan oldu. Eski haline göre de daha hayırlı bir evlat olmuş oldu.

    Yanlış anlaşılmasın bu çocuk iyi insan oldu demiyoruz.

    Deccal olsaydı Hz. Adem’den bu yana dünyanın gördüğü hatta kıyamete kadar göreceği en kötü insan olacaktı.

    Ruhu yeniden bedenlenince artık Şeytaniler tarafından Deccal olarak yetiştirilmediği için şimdiki haliyle çok kötü bir insan bile olsa eski halinde ulaşacağı kötülük seviyesine ulaşma imkanı olmadığı için eski haline göre daha hayırlı bir evlat olmuş oldu diye söylüyoruz.

    Belkide gerçekten de daha iyi insan olmuştur. Artık en doğrusunu Allah ve Hızır (a.s.) bilir.

    Yanıtla
  • Kıbrıs Fatihi
    26 Şubat 2018 19:11

    Serdarım hakkını helal et, Allah razı olsun senden.

    Yanıtla
  • Zafer YAVUZ
    26 Şubat 2018 22:10

    Allah razı olsun komutanım…Çok açıklayıcı bir röportaj… Allah ilminizi ilmimizi arttırsın…. Hakkınızı helal edin … Tengri biz menen….

    Yanıtla
  • Murat Birkent
    26 Şubat 2018 22:57

    Mükemmel olmus , var olasin can koldasim

    Yanıtla
  • Serdar hocam, masaALLAH ellerine, kalemine, emegine saglik. Allah razi olsun.

    Yanıtla
  • Çok teşekkürler Serdar komutanım, aydınlandık sayende, emeğine yüreğine sağlık, Allah ilmini artırsın.

    Yanıtla
  • Kıbrıs Fatihi
    27 Şubat 2018 18:56

    Tekrar tekrar okudukça kafa karışıklığım azar azar yok oluyor. Ama yardımda lazım yok değil. Serdarım yüceler ve ulular, aynı sınıfmı. Ulu olupta yüce olmayan, yüce olupta ulu olmayan varmı ok-oz da.

    Yanıtla
    • SERDAR KAZANÇ
      28 Şubat 2018 09:34

      Siz sorunuzu sorunca ben de yazımı tekrar inceledim, yazıda yüceler kelimesinin geçtiği yerler nereler, Ulular kelimesinin geçtiği yerler nereler diye.

      Ama benim de hatırladığım gibi yazıda ulular kelimesini hiç kullanmamışım. OK-OZ’dakiler için hep yüceler kelimesini kullanmışım.

      Ama sanırım Ulular kelimesi derneğimizde yaptığımız sohbetlerden aklınızda kalmış.

      Derneğimizde yaptığımız sohbetlerde Ulular kelimesini genellikle 16’lar teşkilatında yer alan kişiler yada İlhami Abi ve Onun cihetinde olanlar için kullanıyoruz.

      Yani dünyada yaşayan insanların en uluları.

      Bunu Söyleyince akla şu soru gelebilir.

      Dünyada yaşayan insanların en uluları var da OK-OZ’da yaşayan Yücelerin de Uluları var mı acaba?

      Sorusu akla geliyor.

      Tabi ki yeryüzünde yaşayan insanların Uluları yani 16’lar meclisi olduğu gibi Yücelerin de buna benzer bir meclisleri yani Uluları var.

      Kuran da Ok-OZ’da yaşayanlardan bahsederken kullanılan kelimeyi bazı mealciler Yüceler olarak çevirmiş bazı mealciler ise Ulular olarak çevirmiş. Burada bahsedilen zümreyse aynı zümre eğer sorduğunuz buysa.

      Yanıtla
  • Hüseyin Bulduk
    27 Şubat 2018 21:30

    Röportaj ve örnekler muhteşem olmuş Serdar komutanım. Böylece karanlıkta kalan nice nokta aydınlanmış oldu. Allah razı olsun.

    Yanıtla
  • SERDAR KAZANÇ
    28 Şubat 2018 09:36

    Diğer yorum yapan arkadaşların yorumları için de ayrıca teşekkür ederim.

    Yanıtla
  • Eline gönlüne sağlık Serdar Kardeş!
    Sizler Oktan Beyin sohbetlerinde bulunduğunuzdan konuların ayrıntısına vakıfsınız.Enazından birebir soru/cevap imkanına sahipsiniz.Yaratılış ve Türeyişi kronolojik sırası ile anlatan bir grafik/tablo üzerinde göstermeniz bizler için daha anlaşılır olacaktır.Serdar Kardeşim! Konu üzerine sorum olacak…1.Masada karşı karşıya gelip savaşan iki topluluk aynı milletin iyi ve kötü tarafı mı eğer böyle ise Görsay’da Türk’mü
    2.O boyutta Görsay ve tayfası beden sahibi fakat bugün şeytan(Görsay) ateş/enerji/bedensiz bir varlık,bu konuyu da biraz açabilir misin.
    3. “Asil Kan” kavramı DNA ile alakalı sanırım.Kanı asil kılan etken nedir,her kan neden asil değil.Irkların çeşitliliği bu konu çerçevesinde nasıl izah edilebilir,örneğin Rum neden Rum,Rus neden Rus,Alman neden Alman,İngiliz,Ermeni,Kürt v.b.neden böyle.Kanım ısındı,Kanıma dokundu,Kanı bozuk v.b.deyimlerde kana yapılan bu vurgunun hakikati nedir.

    Vaktinizi almayacaksam cevaplarsanız gerçekten aklımızda ki düğümü oldukça çözmüş olursunuz.Selamlar

    Yanıtla
    • SERDAR KAZANÇ
      28 Şubat 2018 20:21

      Öncelikle grafiği inşALLAH Tengri’nin Türk’ü kitabı çıktıktan sonra yaparsak daha anlaşılır olacaktır. Çünkü kitabın ilerleyen bölümlerinde daha çok varlıklar ortaya çıkacak. Hepsini toptan tek seferde yaparız inşALLAH.

      Masada karşı karşıya gelen aynı millet değil. İkisi farklı milletler. Görsay ve ona uyanlar OK-OZ’da bile yaratılmadan yaratılma aşamasında ateşten yaratılıyor. Bu konuyu Sultanımız Ant kitabında çok detaylı işledi. Ant kitabında ki Hamur meselesine bakınız.

      http://www.onaltiyildiz.com/haber.php?haber_id=2484

      http://www.onaltiyildiz.com/haber.php?haber_id=2625

      Bu gün şeytanın bedensiz olduğunu nereden anladınız. Bence gayet bedenli sadece boyutu farklı. Yani aramızda perde olduğu için biz onları göremiyoruz. Göremediğimiz içinde enerji boyutunda zannediyoruz. Aradaki perdenin ne olduğunu da Facebook örneğini yeniden okuyarak daha iyi anlayabilirsiniz.

      Aslında perde dedikleri şey yetkiden başka bir şey değil.

      Asil kan olayına gelince de, asil kandan bahsedilen şey Türkler Hz. Adem’den de önce vardı. Ve Türkler Hz. Adem’in Soyu değildir. Türkler OK-OZ’daki Ataların soyudur. OK-OZ’daki atalar Yer Yüzüne Vakıa 61. Ayet gereği Adem’in Soyuymuş gibi gelerek Türk Soyunu Başlatmışlardır.

      İşte asillik burada başlıyor. Türklere asillik katan bu özelliği onaltiyildiz.com sitesinde Evlat Babanın Sırrıdır adlı tefekkür yazımı okumanızı dilerim. Çünkü orada bu konuyu çok detaylı inceledim.

      Link :

      http://www.onaltiyildiz.com/haber.php?haber_id=4995

      Yanıtla
      • İbrahim Koçbey
        24 Mart 2019 17:02

        Türkler Hz. Ademden de önce vardı diye buyurmuşsunuz. Fakat bu ayetlere göre bütün insanlar Hz. Adem’den geliyor.

        “Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan, ikisinden birçok erkek ve kadın üretip yayan rabbinize itaatsizlikten sakının.” Nisa 1

        “O, sizi bir tek nefisten yaratmıştır.” Enam 98

        “Allah sizi topraktan, sonra nutfeden yarattı. Sonra da sizi birbirinize eş kıldı. O’nun bilgisi olmadan hiçbir dişi ne gebe kalır ne doğurur. ” Fatır 11

        “Ey insanlar! Öldükten sonra dirileceğinizden kuşku duyuyorsanız şunu unutmayın ki, biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra alakadan, sonra belli belirsiz et parçasından yarattık ki size (kudretimizi) açıkça gösterelim; ve biz dilediğimizin rahimlerde belirli bir vakte kadar kalmasını sağlarız, sonra sizi bebek olarak çıkarırız, ki daha sonra yetişkinlik çağınıza erişesiniz. ” Hac 5

        Beni bu konuda aydınlatırsanız sevinirim.

        Yanıtla
  • Savaş Ağca
    28 Şubat 2018 15:28

    Serdar kardeşim, koldaşım Allah Razı olsun. Çok güzel, faydalı yeni bir çalışma olmuş.
    Allah Gönül Sultanımız’ın Yar ve Yardımcısı olsun her daim.

    Görsay, körmez olmadan önce kutsal ışığın koruyucusu idi. Körmez olunca da karanlık kuyuya, karanlığın dibine düşmüş oldu. Bu düşüşün böyle tezat bir şekilde olmasını nasıl değerlendirmeliyiz?
    Sultanımız, savaşın Tengri için olmadığını, aydınlık için olduğunu sonraki bölümde belirtmiş. Burada ki aydınlık ile görsayın bekçiliğini yaptığı kutsal ışık ile bir bağlantısı var mıdır?

    Selam ve dua ile…

    Yanıtla
    • SERDAR KAZANÇ
      28 Şubat 2018 20:27

      Bence de en önemli sebeplerden biri Kutsal Işıktır.

      Bence burada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, Görsay OK-OZ’daki en önemli görevdeydi. Bu durum onu kibre sokup ilk peygamber ben olmalıydım dedi.

      Bizim buradan çıkartmamız gereken en önemli ders, hiç bir zaman konumumuza makamımıza bakarak kibre kapılmamamız gerektiğidir.

      Kibir konusunda ALLAH’ın hiç şakası yok. hemen düşeriz.

      Yanıtla
  • Detaylı cevabınız için teşekkür ederim.Şeytanı bedensiz olarak tasavvur etmek Sad 76.Ayette “Beni ateşten yarattın” sözüne istinadendi.Zahmet ettiniz,duyarlılık gösterdiniz sağolun.

    Yanıtla
  • Nihal Kaya
    1 Mart 2018 02:00

    Budun kardeşim Allah razı olsun senden .. çok açıklayıcı noktalara değinmişsin ,varol

    Yanıtla
  • Gerçekten çok aydinlatici bir roportaj oldu. Serdar kalperenin ellerine sağlik. Benim tin uçmağı ile ilgili bir sorum olacakti. Görev olarak gelecege tin ucmagi ile gonderilen kisiler, onceki bedenlerinde yasadiklarini hatirliyorlar mi yoksa sonradan tengir yoluyla o kisilere gecmisi hatirlatiliyor mu? Bir de OK-OZ da seytanin tarafinda olanlar da tin ucmagi ile yeryuzunde zuhur etmeye calismis midir? Ayrica bir meczup kalperenin ruyasinin yeni bolumunu de sabirsizlikla bekliyrouz. Saygilarimla…

    Yanıtla
    • SERDAR KAZANÇ
      2 Mart 2018 10:57

      Ömer Bey gönderilen görevli kişilerin gönderildiği çağa göre sıfırdan yetişmesi gerekiyor ki gönderildikleri çağdaki görevlerini layıkıyla yerine getirebilsin.

      Örneğin bu gün bile Dedelerimiz hatta yaşı 50’li yaşlar dolaylarında olanlar bile gelişen teknolojiyi takip edemiyor ve anlayamıyor.

      Çünkü kendisinin doğup yetiştiği ve o zamanlarda öğrendiği bilgilerle uyuşmuyor.

      Çoğusu cep telefonunu zor kullanıyor.

      İşte bu durumu görevli gönderilen kişiler yaşamasın diye, tüm hatıralarına gönderildiği çağın koşullarına göre yetişene kadar Facebook örneğinde olduğu gibi erişimi geçici olarak kapatılıyor.

      Gönderildiği çağın koşullarına göre yetiştikten sonra yavaş yavaş hakikat bilgileri verilerek açılıyor.

      Sonrasında ise geçmişte yaşadığı ve öğrendiği tüm her şeyi hatırlıyor.

      “Bir Meczup Kalperen’in Rüyası” kitabı siz okuyucularımızın ve Kalperenlerin duasıyla çıkan bir kitap. Dua buyurursanız, İnşALLAH gelecek bölümleri çıkartmama yardımcı olacaktır.

      İlginiz için teşekkür ederim…

      Yanıtla
  • Meltem Volkan
    2 Mart 2018 15:22

    Selamlar,
    Oktan bey ve Serdar kardeşime çok teşekkür ediyorum. Gayet anlaşılır bir röportaj olmuş. Devamını merakla bekliyorum.
    Saygılarımla

    Yanıtla
  • Kıbrıs Fatihi
    10 Mart 2018 22:52

    Serdarım bir sorum daha olacak, tin uçmağı yapanlar bileti tek gidişmi aldılar. Ayrıca onlar için asıl zaman geldikleri zamanmı, şu an oldukları zaman mı.

    Yanıtla
    • SERDAR KAZANÇ
      12 Mart 2018 13:30

      Ötüken’den buraya göreve gelmenin 3 yolu var. Tengir kişi göreve göndereceği kişi için hangisini uygun görürse o yolu seçerek göreve gönderiyor.

      Bu üç yol nedir derseniz;

      1. Yol : O çağda yaşarken tin uçmağı falan yaptırmadan direkt zamanda yolculuk yaparak bu çağa gelip gerekli görevi icra edip tekrar kendi çağlarına dönüyorlar. Buna en güzel örnek Kulbak Bilge kitabında anlatıldığı gibi, Kulbak Bilgenin ve Temir’in beraber Oz çarkından geçerek bu zamana gelmesi örneğidir. Bu kişiler için zamanın bir önemi yok. Çünkü Ötükenden ayrılıp bu çağda 10 yıl görev yaptıktan sonra tekrar Ötüken’e dönerken ayrıldıkları dakikadan bir dakika sonrasına tekrar dönüyorlar ve onlar için sanki Ötüken’de zaman hiç akmamış oluyor.

      2. Yol : Ötüken’de yaşayan bir kişiyi rüyasında bu çağa getirerek olabiliyor. Kişi bu çağa geliyor 40 yıl 50 yıl yaşıyor, uyanınca bir de bakıyor ki Hala Ötüknedeyim ve etrafına bu gece acayip bir rüya gördüm ama Tengri Hayretsin diyor. Bu kişiler için asıl zaman geldikleri zaman yani Ötükendeki zaman. Çünkü aslında sanki oradan hiç ayrılmamış gibi oluyorlar.

      Buna güzel bir örneği Şeyh Abdülkadir Geylani’nin Aşçısının yaşadığı söylenir. Anlaşılması için aşşağıdaki verdiğim linkten olayı dinlemenizi tavsiye ederim.

      https://www.youtube.com/watch?v=1bF8_Bnc3tU

      3. Yol : Yukarıda anlattığım Tin Uçmağı şeklindedir ki, bu kişiler için bilet genellikle tek gidiştir. Ve bunlar için asıl zaman bulundukları çağın zamanıdır.

      Yanıtla
  • Iyi aksamlar Serdar Bey,

    Simdi cesitli yollarla kisi zaman yolculugu yapabiliyor ve gelecege yada gecmise gidebiliyor. Peki gelecege gidis yontemlerine gore kisi hangi gelecege gidiyor? Simdi seytaniler ana bilgisayar icin gelecekten ve uzaydan teknoloji getiriyorlar yazmistiniz. Buradaki gelecek kavrami hakikat olan gelecek mi yoksa goreceli olarak projeksiyon edilmis bir gelecekten mi teknoloji getirtiliyor? Mesela Deruni Devlet kitabinda Singularitycilerin yarattigi bir dunya tasviri vardi. Ben bunu singularitycilerin degistirmek istedigi dunyaya ait bir gelecek ongorusu olarak goruyordum. Eger projeksiyon bir gelecek yoksa, seytaniler kaybettikleri zamandan mi teknoloji getirmeye calisiyor? Ayni sekilde ruya yoluya yapilan zamanda yolculuklarda kisiye hakikat gelecegi mi gosteriliyor yoksa, ihtimaller dahilinde olan projeksiyon bir gelecek mi? Projeksiyon gelecek mantigini kiyamet gununden dolayi burada ortaya atiyorum, biraz karmasik yazdiysam affola… Kiyamet gunu icin Oktan baba zamanin icinde gizli demisti, yani zaman akisinda ilerliyordu ,bu durumda mesela kisi ileriki zamana gitmek istese kiyameti goremez ama projekte edilmis bir gelecegi gorur o zaman diye tahmin ediyorum. Bunu mesela zamanin icindeki “an” larla aciklayabilir miyiz? Yani bazi ‘an’ lar icin gelecek de gecmis de devreye girebiliyor. Zulkarneyn in gelisi gibi mesela, ya da devenin igne deiliginden gececegi zaman(mim caginin bitisi). Bu konuda ne dusunuyorsunuz?  Saygilarimla…

    Yanıtla
  • Kıbrıs Fatihi
    13 Mart 2018 23:19

    Saolasın serdarım. Çok iyi anladım

    Yanıtla
  • Emre Aksoy
    4 Nisan 2018 21:08

    Serdar Kardeş! Kulbak Bilge-19 Sayfa 412’de ” 1950 Yılında Anıtkabir tamamlanmış çağın Atası defnedilmişti ebedi istirahatgahında” ifadesi var.Oysa Anıtkabir’in tamamlanma tarihi 01 Eylül 1953 Atatürk’ün naaşının kabire nakli ise 10 Kasım 1953 olarak veriliyor.Kulbak Bilgede verilen 1950 tarihi bir yanlışlık değilse eğer,başka bir duruma işaret mi aydınlatırsanız seviniriz.Selamlar

    Yanıtla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Fill out this field
Fill out this field
Lütfen geçerli bir e-posta adresi yazın.